31 Ekim 2009 Cumartesi

kayboluş

ne kadar sevmesem de artık seni.duymasam da o iç gıdıklayıcı sesini,özlemiyorum diye haykırsam da rüzgara karşı,başka bedenlerde anlamsız orgazmlarda avutsam da kendimi,ortak dostlarımıza çok mutluyum desem de. hepsi yalan ,inanma.hala köpekler gibi ağlıyorum kafamı koyduğumda geceleri yastığa,her gece bir parça daha yok oluyorum sensiz. her parçamda biraz daha sen oluyorum,hayalden gemiler yapıp suya indiriyorum,her defasında batışını izliyorum. haberin olsun ben yokoluyorum...

27 Ekim 2009 Salı

OLMAYAN AŞKLAR

''-Bazı aşklar yalanla başlar.En zor anında uçurumda hissedersin yüreğini.Bastığın yeri gördükçe,gerçeklerle yüzleştikçe,yalanların çarptıkça suratına,ağlamaya cesaretin bile kalmaz,öylesine kalırsın işte,sağır dilsiz.Kimseler seni kurtarmaz bilirsin,çünkü kimseler kalmamıştır yanında.
Atlamak istemesende uçurumdan aşağıya,atlamak zorundasındır.Aşkta budur zaten,eğer anlamak istersen.Düşmeden kalkamayacağını öğretir hayat insana.Umut bu yüzden vardır,yerdeyken kalkabilmek,zayıfken güçlenmekgibidir,içinde biraz umut varsa.Yaşamakta bundan dolayıdır ki güzeldir.Ölmeden dirilemezsin,yanmadan pişemezsin,sevmeden sevilemezsin.O yüzden bazı aşklar yalanla başlar,ölümle biter,umutla yeniden doğar insan.'' dedi.
''-eğer senin aşkında yalanla başladıysa,bitmesi normaldir.Kolay bir iş değildir sevmek,cesaret ister,güven ister.Tabii ki aşka inanıyorsan, bu sözler sana boş gelebilir.Bence sen sevgiye inan,ama ilk önce sevmeyi öğren,sil gözyaşlarını!''diye sözlerini bitirdiğinde,saat 17:45 olmuştu.Beşiktaştan gelen vapur iskeleye yanaşırken,kadıköy'de martılar,gökyüzünde en güzel valslerini yapıyorlardı.Genç adam,gözyaşlarını yavaş yavaş silerken,kendisine bu nasihatları veren,orta boylu,beyaz şaçlı,tahmini 60 yaşlarında,güzel bir pardüsesi olan ,güler yüzlü yaşlı adama dönerek ;
-Çok haklısınız,sevmeyi öğrenmem lazım,öyle bir öğrenmem lazım ki bu gözyaşlarının ileride bir anlamı olsun.
Yaşlı adam gülerek;
-doğru söylüyorsun ama vapuru kaçırıcaz,istersen içeride devam edelim. dedi
genç adamda,gözyaşlarını ince bir tebessüme bıraktı.
-tabii ama çaylar benden.diyerek ,bu hiç tanımadığı,tanıdıklarına da benzemeyen yaşlı adamla beraber ,vapura binmek için yürümeye başlamıştı.


terkedilmenin acısını yüreğine gömerek.aşkın ne olduğunu anlamıştı,ansızın anlamsızlığı tadarak...

21 Ekim 2009 Çarşamba

beşiktaş iskelesi

sabahın puslu havasında, beşiktaş iskelesinin kenarında,banklarda oturup seyre dalmak yaşadığım şehri.karınca sürüsü çokluğunda, suspus etrafına bakınan insanların arasında birkaç güzel fotoğraf karesi gibi, gri gökyüzünün denize yansımasını seyrediyorum,elimde kağıt bardakta sıcak demli bir çay.dalgalar ve akıntıların eşsiz armonisi cezbediyor gözlerimi,tek eksik bu armoni de güzel bir deniz kızı sanki.vapurlar iki yakanın birleşme vaadi oluyor sırayla iskeleye yanaştıklarında,güzel ama anlamsız ifadeleriyle kızlar, erkekler.hafiften içürpertici rüzgarlar esiyor,her titreyiş çaydan bir yudum daha demek.her yudum biraz daha ısınmak,biraz daha alışmak oluyor benimkisi yanlızlığa,anlamsızlığında anlamları olabileceğini düşünüyorum,kocaman bir şehir kocaman insanlar,sıfır tebessüm. vakit ayrılık vaktini işaret ediyor,edip akbayram'sa ''kar yağıyor saçlarıma bilmiyorsun diyor radyodan,kimse bilmiyor zaten kar yağıyor güneşin alnında saçlarıma,hüzünlerimi de evde bırakamıyorum hepsini çantama tıkıştırıp sıranın bana gelmesini bekliyorum 30m deyim ,biniyorum ve başlıyorum ölmemek için dua etmeyeaman allahım la başlayan yarabbi çok şükürle biten bir süreç ,otobüste geçen süre,donuk suratlar, ruhsuz bakışlar,arada bir arkaya ilerleyelimden başka provakatif cümle çıkmıyor kimseden,herkes yanlız herkes dilsiz. ifadesizliğin zirvelerinde herkes, en alımlı halleriyle. hava gri insan renksiz...

bir sabah beşiktaş iskelesinin huzur verici griliğinden,teşvikiyenin yaşanabilirliğine...

17 Ekim 2009 Cumartesi

kısa kısa

aşırı yorgunluk stres ve baş ağrısına ilaç olarak alınan depresanlar bile artık bir işe yaramamaya başlamıştı.gördüklerimle yaşadıklarım arasında ki fark aldığım nefesle çarpılıyor, çıkan sayı kadarda ömrümden eksiltiliyordu.sıkıntıdan oluşan fobi çeşitliliğinde daha da renkli ve anlaşılmaz oluyordum.yada hiç bir şey olmuyordu.ben dememek için programlanmış çocukluk dönemindeki gibi davranmam isteniyordu, kısacası yokoluştu. bu benim dünyaya baktığım kocaman penceremden,sonu belli olmayan karanlıklara sürüklenmemdi,yanlız da değildim oysa yaşadığımız şehirde. herkes kabuğu kırmak,kefeni yırtmak yada köşeyi dönmekle ilgili hayaller kurarken amaç hep aynıydı ben diyebilmek.

klasik bir korku filmi son sahnesi senaryosu gibiydi tam ışığı görecekken ,tekrar geri çekilen korkaklardık,kırmadan dökmeden incitmeden de olmuyordu ben diyebilmek.

İzleyiciler