28 Eylül 2011 Çarşamba

en iyi sigara içilmeyen sigaradır.

26 Eylül 2011 Pazartesi

İkiCümleSadece

Birini sevmak yada nefret etmek yanlızca gülmek belki ağlamaktan beter durumlarda vardır ki elbet ulaşır sabaha gözlerim ben hep kırmızı ruj süren kızlara hayranmış gibi yapıp devrik cümleler kuran absürt insanlarla tanışıp cahil felsefesiyle aymazlık arasında gidip gelen bir meczubun hikayesinde şıkışıp kalmış şehir insanlarıyla sabah 9:30 metrosunda taksim yönünde orta vagonların birinde yan yana gelerek hayatımın en marjinal sahnesinde oynarken düşüncelerimin akışını kontrol edemeden kıvırcık şaçlı bir kıza bakmamı hiçe sayıp tüm anormalliğimle taksim den inip şişhane yönüne koşturan insan yığınına ayak uydurup koşuyordum ki birden aklıma geldi evde önemli bir şey unutmuştum sanırım bu gerçeklik duygum olsa gerek yalnızlığım çağırmasaydı beni olmazdı gizli görevlere bense bilemezdim ne olduğunu amaçsız yolculukların allahtan tren geldi ve bindik saçmalayan iki insanın arasında olmak ayrı bir saçmalık olsada yol kısa çok da aldırmadan kulaklığımı takıp dinliyorum bülent ortaçgilden eylül akşamını ki cidden bir eylül akşamına doğru gitmekte gün kaçınılmaz bir son alışılması gerekilen bir düzen belki benim param senin cebine gelmiştir romantizminin yavşaklığı dışında şarkı çok da güzelmiş diyeceğim ki doğru sonunda tünel meydanındayım ve bir çay içmek için herşeyi yapabilirim gibime geliyor ellerimde hafif kapalı ortam tortusu simit sarayından çay içip tünele binmek ve düşünceler arasında kaybolmadan bulmak varlığımı sonra ki hamlemde anlıyorum yalnız kadınların tehlikeli çıkışlarda ne kadar başarılı olduğunu ifadesiz suratlarında unutmak isterken kötü anları hatırlatan post it ler gibiler çünkü yazmanın çaresiz bir hüzün doğuracağını anlatan yaşlı bir amca elini tuttuğu kadının varlığından habersizmişcesine bilinmezlik duygusu kaplarken kalbimi yanlız bunun için seven adamlar tanıyorum bedeninde milyonların gözleri üzerinde ki afiş yıldızlarıyla beraber olan  takılırken zihnim sonunda çayımı alabiliyorum oysa hepsini dövüp öyle alsaydım çayı polis de kızmazdı bana neyse ki bir yudum çay  şekersiz kıvamında demli oturmuş ve benzeri tanımlamalarla açıklanabilecek korkmamak için bakmıyorum çirkin kadınlara ellim bardağı kavradıkça bir ülkede yaşadığımı farkediyor adını hatırlamıyorum aslında bunların hiçbirisinin önemi yok gibi derken tam önümden ve tam ortasından meydanın  sen usul usul geçiyorsun önümden öyle bir sağa bir sola yalpalanarak üzerinde şimdi üzerindekiler ben saçımı sola atıyorum çünkü uzun ve ip bağımda kayıp tüm paspallığım ve kirli sakalımın bulaştırdığı kirlilikle hiçbir şeyi umursamadan zamanı durdururcasına seni durduruyorum tam şu an bana baktığın gibi bakıyorsun hafif bir tebessüm daha önce tanışmadığın bir adama edebileceğin kadarından aklımdan tanışabilirmiyiz bi çay içelim hadi gel şurda oturalım ve daha milyon tane düşünce geçerken ben düşünmediğim bir şey söylüyorum şimdi sana  - seninle gelebilir miyim? çünkü sanırım artık yalnız değilim acaba sen ne diyeceksin diye de merak etmiyorum hani. Zaten kaybedilen savaşın sonunda esir düşmüş komutanlar gibi diz çöktürmüşken hayat beni son kılıç darbesini de sen indirmezsim kalbime diye düşünüyorum haksız mıyım ?

18 Eylül 2011 Pazar

Denizin üstünde taş sektirmece

Çocukluk döneminden kalma bir alışkanlık, ne vakit sahil kenarında olsam elime bir taş alıp sektiresim gelir denizin üstünde.Öyle rahatlatıcı bir kayboluş anı yaratır ki bilmek istemezsin sonrasını.Bir de deniz dalgalıysa daha bir zor olur ama her sekiş taşın su üstünde kalma çabası ve dibe dalış, belki ben abartıyorum yada daha çok özlüyorum çocukluğumu, her yaş değiştirişimde.Çabalama, koşturmaca, bıkkınlık ve yılgınlığın her sene artmasıyla özlem duyuyorum geçmişin güzel anlarına.
     Şehir yaşamı bir yerde insanı kitliyor ve o yer sen farkında olmadan hücren oluyor koca şehrin herhangi yalnız bir mecrasında.Sorumluluk ipi bir kez tutuşturuldumu eline bir daha bırakamıyorsun.günlük, sıradan zorunluluklar.Sürekli çalan telefon ,zamanında gelmeyen iett otobüsü,omuz atıp kaçan insanlar,ifadesiz suratlar, kabusu yaşatıyor insana.Yaşanılacak o kadar çok güzel an varken hayatta,sürekli geçmişin hayaliyle bugünü kaçırıyoruz ki en acısı da bu olsa gerek.Hayaller  sadece ve sadece gece uykuya dalmadan 5 dakika öncesinde kuruluyor,gerçeklerden fırsat kalırsa tabii,ütopyalarsa çoğu zihinde yer bulamıyor kendine.Sürekli ciddi olmalıyız, sürekli uyanık, sürekli önce davranmalıyız,sürekli koşmalıyız,nereye gideceğimizin bilinceymişiz gibi davranarak.Oysa tüm bunlar okula işe hastaneye vs. artık ne önmeliyse ona yakın olmak için midir? Yoksa alışkanlık mıdır şehir insanı olmak?Hayat elbette bir bedel ister bizden ama bu bedel çocukluğumuzu kaybetmek pahasınada olsa ödenmeli midir?
    İşte şıkışmışlık, sonucundaysa kalabalıklar arasında kendini yalnız hisseden, psikolojisi, sürü psikolojisinden nefret eden koyunlardan farksız,insan yığınları,kolay hayatlarmışcasına harcanan boş zamanlar. Deniz kenarında bir taş sektiremeyecek kadar, kendine kendinden uzak insanlar,
      Yine sahil kenarındayım ve yine taş sektiriyorum yanımdan geçen insanların laflarına aldırmadan çünkü insan olmak lazım geldiğinde,çocuk olmasını bilecek kadar yaşamayı ve yaşamı seyretmeyi sevdiğimden.

 (-koca adama bak hiç bir işi yokmuş gibi taş sektirmeye çalışıyor sahilde. diyen yaşlı bir teyzeye ithafen yazılmıştır.)

15 Eylül 2011 Perşembe

uzun zaman sonra

birbiri ardına sıralanan hissiz insan yığınlarında şıkışıp kalmak ve kıpırdayamamaktı bu zamana kadar ki kayıtsızlığın nedeni.Yeni kayıt ,yeni kayıtlar yeni kayıt olabilecek yaşantılar.belki radikal kararlar alıp bugüne kadar uygulayamamak,belli ki artık bitti. sigarayı bıraktım yükümü ulu bir çınarın gölgesine indirip hızlıca kaçtım,kuşlar kadar hafifim.bu sefer kısa bir kayıt sonrasında uzun bir kayıt olacak geçmişten bugüne dair.aslı yaşanmamaış hikayenin sıralanmamış açılarında.çünkü benim söyleyecek çok yalanım var

İzleyiciler