15 Ocak 2013 Salı

Boşluk ve insan






Uyuşukluğun ortasındayım, ta içindeyim. yapmam gerekenlerin farkındayım, ki bu gerekliliklerin tümünü ince ince düşündüm ve bir sonuca ulaştım, en azından öyle zannediyorum, bu sonuçların da sürekliliği ayrı bir acı kaynağı benim için, fakat kesin olarak bunları yapamamaya mahkum durumdayım. bir şeyler yapmalıyım, yapmayınca hep bir şeyler düşünme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorum ve düşünmek bozuyor tüm çabalarımla kurduğum, yarattığım; gecelerimi, sayısız nefeslerimi verdiğim denge’mi. bozulan dengemle birlikte çıktığım, sürüklendiğim yolculuklar sonundaysa, ayrıca bu yolculuklarda ruhumda açılan yaralar, göğsümde patlayan çığlıklar… korkunç!, hiçbir olumlu kazanım elde edemeden öylece kalıyorum, evet kalıveriyorum. düşünmekse her geçen gün daha fazla tehdit ediyor sağlığımı; zamanın derinliğini, aslında her hareketin aynı noktaya vardığını, tüm bunların boşuna bir çabadan ibaret olduğunu düşünmek zorunda kalıyorum. hangi hareketten ne bekliyorum? hareketle hareketsizlik arasındaki tek fark şu anları yaşamamak olmalı. hareketsizliğe mahkum olanların ruhsal uyuşukluğu…

Nilgün marmara

12 Ocak 2012 Perşembe

Patlamış mısır

Çok pis yalan olmuşuz gibi hissedersin, bazen rolantide gezerken sokaklarda, tanıdık yüzler çıkar karşına ve kuracak anlamlı bir tek cümlen bile yoktur.artık hiç çalınmayan bir makamda, unutulmaya yüz tutmuş bir şarkı gibidir gördüğün herşey.etraftan yığınla tavsiye, akıl ,nasihat gelir,sanki bilmediğin bir yerde oldukça durağan seyreden bir hikayenin içindesindir bunu bir tek sen bilirsin, geri kalan herkes anlamsız aksiyon dolu hikayelerini yaşayıp dünyayı kurtarmanın verdiği huzurla suratına bakarken.Arada bir öfken kabarır,lodosu tüm ağırlığıyla hisseden boğazın kıyıları gibi olursun,içindeki öfkeyle, hani çok içince kussamda rahatlasam tribi vardır ya onun gibi bişey ama rahatlamak ne mümkün.O kadar sıkıcı olursun ki zaman zaman okuduğun kitapları tekrardan alır eline okumaya başlarsın.zaman sonsuzluğun alfabesidir gibi anlamsız genellemelere takılır aklın,saatlerce düşünürsün çünkü kalmamıştır yapacak birşeylerin.yapacak birşeylerin olsa bile yapmak gelmez içinden, bazende o kadar dolu dolu olursun ki  o ilk cümleyi kursan gerisi sular seller gibi gelir ama o ilk kelimeyi bulamazsın ,patrondan zam isteyen adam heykeli gibi oluverirsin.güzel bir kız görürsün karşıdan karşıya geçerken ama sadece görürsün bilirsin bu sehirde kızların yanında olmakla herhangi bir avrupa ülkesine gitmek için alınan vizelerin aynı prosedürleri içerdiğini.kalemler silgiler ve kalemtraşlar edinirsin bir masan olur bir telefonun arada bir anlamsız güncellemeler yaptığın facebook hesabın,youtube den video izlersin vs.kısacası yeraltındasındır tüm varlığınla çünkü korkutur seni yeryüzü.nedenini bilmediğin başarısızlıkları yüklerler sırtına ve beklerler yürümeni her adımda arkanda hissedersin, o dünyanın tek bir kez tökezlediğinde üzerine yıkılacağını bilirsin.en büyük düşman tahmin edemeyeceğin bir anda, ne kadar silahı varsa, hepsiyle üzerine saldıracakmışcasına şartlarsın kendini, sonucu yalnızlık olan bir yolculuğa çıktığını bilmeden.bilmeden o kadar çok şey yaparız ki bilemezsin.birkaç bira içip ülkeyi kurtardığın sohbetlerin geride kaldığını anlamalısındır belki .belki aşk yok diye ağlamak yerine aşk var diye gülmeli en okkalı küfürleri savurabilmelisin otariteye.yada biraz güneş ışığı görmeli gözlerin sokaktan patlamış mısır alıp koca şehri bir film platosunun içinde hemde tam ortasında elinde patlamış mısırlar eşliğinde seyretmelisin.bir yerde garip olan tek şeyin etrafında uçuşan dünya olduğunu farkediyorsun ve birden değişiveriyor algın.

1 Ekim 2011 Cumartesi

istediğin yere virgülü koy ve öyle oku yoksa anlamazsın

bazı kadınlar ve erkekler hayvanlar yada gökyüzü bir şiirin anatomisi yada kurgusu yanlış insanlar ardı kesilmeyen istekler birbirinden bağımsız düşüncelerde yalnızlık deprem artçı sarsıntı kimsesiz hayvanlar insanların çöplerini toplayan kamyon belki herşey çok manasız sen ben biz yada geri kalan herşey herkesin elinde bir çanta kırmızı ruj sürünce daha güzel olan bir kadın elinde arabanın anahtarı sonrası yada öncesinde bolca alkol sanki ölmüşüz virgül yok cümlelerde ve hakim değil dilbilgisi bu coğrafyada her gün bir önceki günde kalmış bir ayyaşın hikayesine sonradan eklenen zulüm bir fahişe bedeni artık satılmayacak kadar eski anti emperyalist gibi görünen popüler yavşaklar şehri istanbul lümpen de var ama nerde bilmediğin kelimeleri yazsaydın bilmek için elinde liste olurdu belki diyen bir meczubun hikayesinde ardı sıra savrulan kuralsız bir cümle kurmak istedim sadece.elimde değil mana aramak sadece sıralamak ve araya virgül yada soru işareti koymadan yazmak ki yazmak gerektiğinde yazan bir adamsam ve en mutlu olduğum ansa bu ben bu zaman içinde devinen bir ruh oluyorum belki farkına varılmaması için yoğun çaba sarfettiğim yalanlarımda yok değil bir çok cümlemde sadece nokta kullanmak isteyişimin sebebi bu olabilir.sadece nokta ve parağrafın anlamsızlığını anladığımdan beri öğrenmeye çalıştığım gereksiz hikayelerin tümünde yansıyan ruh hali.şuçlamak ne kadar saçmaysa geçmişi,düşünmek de o kadar aptalca geleceği. öğle yemeğinde diyet yapıp bir kalem ve kağıdı çiftleştiriyorsam bu benim hayata olan bakış açım olmalı ki benim için bu doğru.kimse bilmesin yada biliyormuş gibi yapsın farketmiyor.nötr bir karakteri oynuyorsam zamanın bu diliminde çelişkilerim savuruyorsa beni bu kıyılara anlamıyor demektir anlamasını istediklerim.her parmak kaldırdığımda doğru cevabı söylemek için hayat bana söz hakkı  vermiyorsa kaybeden elbette ben değilim ama bir başka soruya gelince doğru cevabı bilsem bile içimde bunu söyleyecek güç bulamayışım kadere işaret edebilir diyenler olsada ben bu kadar yavşak olamam.umrumda da olmaz ne kadar önemliyse çift olmak bazen bazen yalnız olmak da o kadar önemlidir. fazla bir şey yok yine buralarda aynı oyunu yüzlerce kez oynayan tiyatro sanatcıkları gibi kendimizi sadece bir halt zannediyoruz o kadar sonuçta bir fahişe olsaydın yanı başımda suratın dışında bakacak bir yer bulamazdım dünya ama yine de suç bende sende değil.

28 Eylül 2011 Çarşamba

en iyi sigara içilmeyen sigaradır.

26 Eylül 2011 Pazartesi

İkiCümleSadece

Birini sevmak yada nefret etmek yanlızca gülmek belki ağlamaktan beter durumlarda vardır ki elbet ulaşır sabaha gözlerim ben hep kırmızı ruj süren kızlara hayranmış gibi yapıp devrik cümleler kuran absürt insanlarla tanışıp cahil felsefesiyle aymazlık arasında gidip gelen bir meczubun hikayesinde şıkışıp kalmış şehir insanlarıyla sabah 9:30 metrosunda taksim yönünde orta vagonların birinde yan yana gelerek hayatımın en marjinal sahnesinde oynarken düşüncelerimin akışını kontrol edemeden kıvırcık şaçlı bir kıza bakmamı hiçe sayıp tüm anormalliğimle taksim den inip şişhane yönüne koşturan insan yığınına ayak uydurup koşuyordum ki birden aklıma geldi evde önemli bir şey unutmuştum sanırım bu gerçeklik duygum olsa gerek yalnızlığım çağırmasaydı beni olmazdı gizli görevlere bense bilemezdim ne olduğunu amaçsız yolculukların allahtan tren geldi ve bindik saçmalayan iki insanın arasında olmak ayrı bir saçmalık olsada yol kısa çok da aldırmadan kulaklığımı takıp dinliyorum bülent ortaçgilden eylül akşamını ki cidden bir eylül akşamına doğru gitmekte gün kaçınılmaz bir son alışılması gerekilen bir düzen belki benim param senin cebine gelmiştir romantizminin yavşaklığı dışında şarkı çok da güzelmiş diyeceğim ki doğru sonunda tünel meydanındayım ve bir çay içmek için herşeyi yapabilirim gibime geliyor ellerimde hafif kapalı ortam tortusu simit sarayından çay içip tünele binmek ve düşünceler arasında kaybolmadan bulmak varlığımı sonra ki hamlemde anlıyorum yalnız kadınların tehlikeli çıkışlarda ne kadar başarılı olduğunu ifadesiz suratlarında unutmak isterken kötü anları hatırlatan post it ler gibiler çünkü yazmanın çaresiz bir hüzün doğuracağını anlatan yaşlı bir amca elini tuttuğu kadının varlığından habersizmişcesine bilinmezlik duygusu kaplarken kalbimi yanlız bunun için seven adamlar tanıyorum bedeninde milyonların gözleri üzerinde ki afiş yıldızlarıyla beraber olan  takılırken zihnim sonunda çayımı alabiliyorum oysa hepsini dövüp öyle alsaydım çayı polis de kızmazdı bana neyse ki bir yudum çay  şekersiz kıvamında demli oturmuş ve benzeri tanımlamalarla açıklanabilecek korkmamak için bakmıyorum çirkin kadınlara ellim bardağı kavradıkça bir ülkede yaşadığımı farkediyor adını hatırlamıyorum aslında bunların hiçbirisinin önemi yok gibi derken tam önümden ve tam ortasından meydanın  sen usul usul geçiyorsun önümden öyle bir sağa bir sola yalpalanarak üzerinde şimdi üzerindekiler ben saçımı sola atıyorum çünkü uzun ve ip bağımda kayıp tüm paspallığım ve kirli sakalımın bulaştırdığı kirlilikle hiçbir şeyi umursamadan zamanı durdururcasına seni durduruyorum tam şu an bana baktığın gibi bakıyorsun hafif bir tebessüm daha önce tanışmadığın bir adama edebileceğin kadarından aklımdan tanışabilirmiyiz bi çay içelim hadi gel şurda oturalım ve daha milyon tane düşünce geçerken ben düşünmediğim bir şey söylüyorum şimdi sana  - seninle gelebilir miyim? çünkü sanırım artık yalnız değilim acaba sen ne diyeceksin diye de merak etmiyorum hani. Zaten kaybedilen savaşın sonunda esir düşmüş komutanlar gibi diz çöktürmüşken hayat beni son kılıç darbesini de sen indirmezsim kalbime diye düşünüyorum haksız mıyım ?

18 Eylül 2011 Pazar

Denizin üstünde taş sektirmece

Çocukluk döneminden kalma bir alışkanlık, ne vakit sahil kenarında olsam elime bir taş alıp sektiresim gelir denizin üstünde.Öyle rahatlatıcı bir kayboluş anı yaratır ki bilmek istemezsin sonrasını.Bir de deniz dalgalıysa daha bir zor olur ama her sekiş taşın su üstünde kalma çabası ve dibe dalış, belki ben abartıyorum yada daha çok özlüyorum çocukluğumu, her yaş değiştirişimde.Çabalama, koşturmaca, bıkkınlık ve yılgınlığın her sene artmasıyla özlem duyuyorum geçmişin güzel anlarına.
     Şehir yaşamı bir yerde insanı kitliyor ve o yer sen farkında olmadan hücren oluyor koca şehrin herhangi yalnız bir mecrasında.Sorumluluk ipi bir kez tutuşturuldumu eline bir daha bırakamıyorsun.günlük, sıradan zorunluluklar.Sürekli çalan telefon ,zamanında gelmeyen iett otobüsü,omuz atıp kaçan insanlar,ifadesiz suratlar, kabusu yaşatıyor insana.Yaşanılacak o kadar çok güzel an varken hayatta,sürekli geçmişin hayaliyle bugünü kaçırıyoruz ki en acısı da bu olsa gerek.Hayaller  sadece ve sadece gece uykuya dalmadan 5 dakika öncesinde kuruluyor,gerçeklerden fırsat kalırsa tabii,ütopyalarsa çoğu zihinde yer bulamıyor kendine.Sürekli ciddi olmalıyız, sürekli uyanık, sürekli önce davranmalıyız,sürekli koşmalıyız,nereye gideceğimizin bilinceymişiz gibi davranarak.Oysa tüm bunlar okula işe hastaneye vs. artık ne önmeliyse ona yakın olmak için midir? Yoksa alışkanlık mıdır şehir insanı olmak?Hayat elbette bir bedel ister bizden ama bu bedel çocukluğumuzu kaybetmek pahasınada olsa ödenmeli midir?
    İşte şıkışmışlık, sonucundaysa kalabalıklar arasında kendini yalnız hisseden, psikolojisi, sürü psikolojisinden nefret eden koyunlardan farksız,insan yığınları,kolay hayatlarmışcasına harcanan boş zamanlar. Deniz kenarında bir taş sektiremeyecek kadar, kendine kendinden uzak insanlar,
      Yine sahil kenarındayım ve yine taş sektiriyorum yanımdan geçen insanların laflarına aldırmadan çünkü insan olmak lazım geldiğinde,çocuk olmasını bilecek kadar yaşamayı ve yaşamı seyretmeyi sevdiğimden.

 (-koca adama bak hiç bir işi yokmuş gibi taş sektirmeye çalışıyor sahilde. diyen yaşlı bir teyzeye ithafen yazılmıştır.)

15 Eylül 2011 Perşembe

uzun zaman sonra

birbiri ardına sıralanan hissiz insan yığınlarında şıkışıp kalmak ve kıpırdayamamaktı bu zamana kadar ki kayıtsızlığın nedeni.Yeni kayıt ,yeni kayıtlar yeni kayıt olabilecek yaşantılar.belki radikal kararlar alıp bugüne kadar uygulayamamak,belli ki artık bitti. sigarayı bıraktım yükümü ulu bir çınarın gölgesine indirip hızlıca kaçtım,kuşlar kadar hafifim.bu sefer kısa bir kayıt sonrasında uzun bir kayıt olacak geçmişten bugüne dair.aslı yaşanmamaış hikayenin sıralanmamış açılarında.çünkü benim söyleyecek çok yalanım var

İzleyiciler